Gölgelerle Savaşmak

“Gerçek acının ve trajedinin bulunduğu yerde kaygı olmaz, coşku ve tutkunun olduğu yerde de” demiş Engin Geçtan. Dünyamızı her açıdan ele geçiren temel his kaygı değil bu yazının konusu, ama kaygımızın başlıca sebebi olan belirsizlik ve onunla mücadele şeklimiz…

gölgelerle savaşmak

“Belirsizlik çağında yapmanız gereken yedi şey”, “Belirsizlikle başarılı mücadele eden liderlerin beş özelliği”, “Belirsizliğin getirdiği kaygı ile nasıl mücadele edilir?” Bu ve bunun gibi yazı başlıkları etrafımızı sarmış durumda. Nedeniyse açık: Pandemi nedeniyle ne zaman eve kapanacağımızı, ne zaman dışarı çıkabileceğimizi, daha da önemlisi bu salgının ne zaman biteceğini ve eski “normal” hayatımıza dönüp dönemeyeceğimizi bilmiyoruz. Geçtiğimiz yıl tarihinin en büyük kar fırtınasına maruz kalan Teksas’ta soğuktan ölenlerin haberlerini alırken bu yıl Alaska’da 19.4 dereceyle sıcaklık rekorlarının kırıldığını duyuyoruz. Dünya, okulda öğrendiğimiz hâlinden farklı bir yöne gitmeye çoktan başlamışken, insanlığın en çok korktuğu durumlardan biri yeniden kapımızda: Belirsizlik.

Peki, bu yeni bir kavram mı? Elbette değil. İnsanlık var olduğundan beri aslında belirsizlikle bir mücadele içinde. Tarım toplumuna geçişimiz, yerleşik düzen, mevsimlerin ve gök cisimlerinin hareketini anlamlandırma çabası, doğaya karşı verdiğimiz amansız mücadele, uzayın derinliklerine doğru çıktığımız her yolculuk… İçinde bulunduğumuz her keşif aslında ufak da olsa bir şeyleri belirli kılmak için. Fakat zamanın göreceliliğini sorgulasak da sırrına vakıf olamadığımız tek şey geleceğimiz. Onu da görünür kılmak için milyonlarca deney yapıyor, gelecek projeksiyonları kuruyor, planlarımızı bu tahminlere göre yapıyoruz. Sığınaklar inşa ediyor, hayat sigortaları yaptırıyor, genlerimizi donduruyoruz. Fakat yine de kaygılıyız, üstelik hiç olmadığımız kadar. Nerede hata yapıyoruz?

Yaşam belirsizdir

“Hayat denize açılıp batmak üzere olan bir tekneye binmek gibidir” demiş Shunryū Suzuki Roshi. İnsan, öleceğinin farkında olan yegane varlık. Bu bilgiye sahip olarak yaşamına devam etmek elbette oldukça ürkütücü ama imkansız değil. Albert Camus’nün absürt felsefesi yaşamın geçiciliğine inat elimizdeki sınırlı zamanı olabildiğince iyi değerlendirmemizi salık verirken; Buda ise çilemizin asıl sebebinin, durumumuzun kaçınılmaz belirsizliğine karşı direnmemiz olduğunu söyler. Onu kim yalanlayabilir? Her şeyin değişim içinde olduğu, aynı nehirde bir kere daha yıkanamadığımız dünyamızda değişime nasıl karşı çıkabiliriz ki? Hatta insanoğlu olarak, değişime ayak uydurma becerimiz sayesinde bugünlere gelmedik mi? Büyük korteksi sayesinde ömürlük sürede öğrenen, sosyal bağlar kurabilen ve kendini geliştirebilen insan, değişime ayak uydurma kabiliyetini de yine bu büyük korteksine borçlu. Dolayısıyla doğamızda yer alan bu özellik, geçmişte ne kadar gerekliyse günümüzde de o kadar elzem. Fakat yola yaşamın belirsizliğini ve buna uyumlanmak gerektiğini kabul ederek başlamak gerekiyor.

Mükemmeli aramaktan vazgeçmek

İnsan her daim en iyisini aramaya programlanmış ve çağımızın şartları her fırsatta mükemmelliği telkin ediyor olsa da çözüme giden yol buradan geçmiyor. Daha iyisini istemek her zaman iyi ama mükemmel olanı beklemek de boşluğa atlamayı engelliyor, deneme-yanılma yöntemi yerine daha sabit ve kesin kullara dayanmayı şart koşuyor ve deyim yerindeyse esnekliği engelliyor. Halbuki kriz zamanlarının en büyük problem çözücüleri belirsizliği kabul edip, bilinmeyeni deneyenler arasından çıkıyor. Yola çıktıktan sonra elde edilen veriyi toparlamak, onu analiz edip sonrasında bulunan çözümleri yeniden gözden geçirmek, kriz anlarında tünelin sonuna giden yolu açabiliyor. Bahsettiğimiz şey Erik Angner’in “bilgimizin her zaman geçici ve eksik olduğu, yeni kanıtlar ışığında tekrar gözden geçirilmesi gerektiği” olarak tanımladığı “epistemik alçak gönüllülük”ten başka bir şey değil. Kesinliklerin arayışına düşmediğimizde olasılıkların üzerine gitme ve farklı bakış açıları geliştirip çözüm bulma ihtimalimiz de artıyor.

Her şeyi kontrol etmekten vazgeçmek

Yapılacaklar listesinin en nihai ve “vazgeçilmezi” elbette kontrol etmekten vazgeçmek. Çağımızın “Sen her şeye muktedirsin, sadece iste!” savını ve olasılıklar yanılsamasını Søren Kierkegaard “olabilirliğin çaresizliği” olarak tanımlıyor Ölümcül Hastalık Umutsuzluk adlı kitabında: “Gittikçe daha fazla şey olabilirlik kazanır çünkü hiçbir şey gerçekleşmemektedir. İnsana sanki her şey mümkünmüş gibi gelir.” Doğru söze ne denir? Fakat bu olabilirlik çaresizliği bizi canımızdan bezdirmiş olacak ki; her şeyin olabilir olmadığına işaret edecek bir ipucu, kontrol edebileceklerimizin sınırlandığı bir kullanma kılavuzu arıyoruz. Sade sistemler, evler, yapılar; sınırlarını görebildiğimiz ufuklar içimizi rahatlatıyor. Bu konuda yine uzak çağlardan bir düşünce sistemi yardımımıza koşuyor: Temeline değiştirebileceğimiz şeylerle değiştiremeyeceğimiz şeyleri birbirinden ayırma prensibini koyan Stoacılık. Bizi neye etki edip edemediğimizi ayırmakla yola çıkaran, sonrasında etki edebildiklerimize odaklanmamızı sağlayarak bizi içsel yapılanmamıza döndüren Marcus Aurelius’un Kendime Düşünceler kitabı bir rock yıldızı edasıyla çok satanlar rafından göz kırpıyor.

Kontrol edebildiğimizi düşündüğümüz dünyamız da bizi mutlak kaderimize, bir şarkıda söylendiği gibi “zamanın bizi sancıya mıhladığı yere” götürüyor gibi. Küresel ısınmanın geldiği boyut ve aşırı hava olayları artık geri döndürebilecek noktayı geçti. Avrupa Çevre Ajansı’nın, raporlarının ana konularından olan iklim değişikliğine uyum hakkında söyledikleri açık: “Emisyonların azaltılmasına yönelik küresel çabalar etkili olsa bile, iklim değişikliği kaçınılmazdır ve etkilerine uyum sağlamak için tamamlayıcı eylemler gerekmektedir.” Yapacağımız tüm planlarda bu uyumlanmayı gözden kaçıramıyorsak, artık bir şeyleri kontrol etmekten vazgeçmenin de zamanı gelmiş demektir. Tam da ünlü yazar/şair Wilfred Arlan Peterson’un dizelerinde olduğu gibi: “Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul edebilmek için huzur, değiştirebileceğim şeyler için cesaret ve aralarındaki farkı anlayabilmek için de gereken bilgeliği bağışla.”

Kaynak: Vogue

Gölgelerle Savaşmak Hakkında S.S.S.

0 Yorum

Yorum Yaz

e-Posta adresiniz açık bir şekilde yazılmayacaktır. * alanlar zorunludur.

0 yorum